Bu sözleri ilk duyduğunuzda, muhtemelen aklınıza ne Bitlis gelir ne de başka bir şehir. Oysa bazen bir türkü, sadece bir yöreyi değil, içten içe başka bir coğrafyanın hissiyatını da taşır. "Bitlis ile Ankara’nın ne alakası var?" diye sorabilirsiniz.
Yollarımızda yürümek cesaret ister oldu; araç kullanmak ise adeta bir macera. Çünkü Bitlis’in yolları artık yol olmaktan çıkmış, yamalı bohçaya, kimi yerlerde ise adeta kartol tarlasına dönmüştür.
Her bozulan yere “yama” yapılıyor; ancak bu yamalar ne çukuru kapatıyor ne de sorunu çözüyor. Aksine daha da büyüyen çukurlar, yayalar için tehlike, sürücüler için kabus haline gelmiş durumda. Şoförler, çukurlardan kaçayım derken kaldırıma savruluyor; yayalar ise her an bir aracın altında kalma riskiyle karşı karşıya. Kaldırımlar zaten dar, yollar çukurla dolu...
Soruyorum: Bu şehirde yaşamak bir haksa, insan gibi yürümek, güvenle araç kullanmak da hak değil midir?
Ankara'nın yolları büklüm büklüm olabilir, ama Bitlis’in yolları her yanı yamalı. Gönül isterdi ki yollarımız da şehrimizin tarihi gibi köklü, medeniyeti gibi sağlam olsun. Ama maalesef her yama, sadece bir bahanenin, bir geciktirmenin üzerini örtüyor. Bugün atılan asfaltın, yarın tekrar kazılacağını hepimiz biliyoruz. Bu bir hizmet anlayışı değil, göz boyama faaliyetidir.
Bu yazı bir şikâyet değil, bir çağrıdır:
Bitlis halkı olarak insanca yaşamayı, sağlam yolları ve kalıcı çözümleri hak ediyoruz. ?
Unutulmamalıdır ki, her çukur, sadece bir çukur değil; o çukurda biriken vatandaşın sabrıdır, öfkesidir, umududur.