Bir Ramazan ayını daha geride bırakmak üzereyiz Şatafatlı iftar sofraları, gösterişli davetler, abartılı sunumlar. Ama Ramazan’ın asıl ruhunu yaşamak isteyenler için eksik olan çok şey vardı. Yardımlaşmanın, paylaşmanın, gönülden gelen bir lokmanın sıcaklığı neredeydi? Varlıklı sofraların yanı başında, bir tas çorbayla iftar açanları hatırlayan oldu mu? Ne yazık ki, Ramazan’ın bereketi bu yıl da yalnızca tabaklarda aranırken, maneviyatı unutulan bir gölge gibi kaldı.
Peki ya bayramlar? Bir zamanlar sabahın erken saatlerinde evde yankılanan tatlı bir telaş vardı. Annelerin hazırladığı bayram kahvaltıları, bayramlık kıyafetlerin heyecanla giyilmesi, ellerde kına kokusu, kapı kapı gezip bayram harçlıklarını toplamanın keyfi.
O küçük ellerin içine sıkıştırılan yeşilimsi on liralıkların yarattığı tarifsiz mutluluk.
Ama bugün? Bayramları “tatil fırsatı” olarak görmeye başladık. Karşı komşumuza bile bayram ziyaretine gitmiyoruz. Mahalle aralarında şeker toplayan çocukları görmek neredeyse imkânsız. Bayram coşkusu, eski mahalle kültürünün kaybolmasıyla birlikte tarihe karışıyor. Şekerler artık çocuklar arasında “erkek şekeri” ve “çocuk şekeri” diye ayrılmıyor çünkü paylaşılacak bir bayram neşesi bile kalmadı.
Özümüzü, değerlerimizi, bizi biz yapan geleneklerimizi hızla yitiriyoruz. Bayram sadece resmi tatillerden biri olmaya mı mahkûm olacak, yoksa onu eski sıcaklığıyla yeniden yaşatabilecek miyiz? İşte asıl düşünmemiz gereken soru bu. Bayramlar, hatırladığımız kadar bizimdir. Eğer onları gerçekten yaşamak istiyorsak, yeniden paylaşmayı, ziyaret etmeyi ve maneviyatını hissetmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Yoksa bir gün dönüp baktığımızda, bayramların sadece takvimde bir tarih olarak kaldığını fark edeceğiz.

Serkan Olcay